Avrupa’da bugünkü anlamıyla 13. yüzyılın sonlarında doğmaya başlayan ve lonca içinde örgütlenen avukatlık mesleği yaklaşık 800 yıllık bir süreçte “modern” anlamını bulan bir meslektir. Savunma mesleğinin (Avukatlık) tarihini gerilere, Eski Yunan ve Roma’ya kadar götürmek mümkündür. Avukat sözcüğü de zaten eski Yunanca’da, üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan anlamına gelen “AdvoCatus” sözcüğünden dilimize ve diğer dillere yerleşmiştir. Nitekim tarihçiler, savunmanın Sokrates ile başladığını yazarlar. Sokrates’in yargılandığı halk mahkemesinde yaptığı dillere destan savunma, savunma tarihinin yazılı belgelerdeki başlangıç tarihidir. Eski Yunan’da savunmanlar, sanıkların hür ve erkek olan dost ve akrabalarından seçiliyordu. Bunlar, sanığın yanında sanığa yardım eden, sanığın izahlarını tamamlayan kimselerdi. Bunlara “synagore” deniyordu. Bir süre sonra taraflara evvelden savunma hazırlayan ve “legographes” adını alan yardımcılara rastlandı. Bunlar, mahkemede söylenecek sözleri, bir nutuk halinde yazıyor, ilgililere ücret mukabili veriyorlardı. İlgililer de bunları ezberleyerek hakim önünde tekrarlıyorlardı. İlgililerin iyi ezberleyememeleri, şaşırmaları, unutmaları karşısında bu kimseler mahkemelerde onların yanında bulunmaya başladılar. Bunların yazdığı dilekçeler davaya giriş niteliği taşıyordu ve tartışmalar bunların yazdıkları üzerinde yapılıyordu. İlk baro Atina’da kurulmuştur. Atina şehir devleti yöneticilerinden Draca ve Salon, Atina Barosuna çok sert bir disiplin getirmiştir. Ancak hür kişiler avukatlık yapabiliyordu. Esirlere bu hak tanınmamıştı. O dönemin koşullarına göre böyle bir görevi esirler yapamazdı. Ayrıca ana-babalarına saygısızlıktan cezalandırılanlar, vatan savunmasına veya bazı kanuni görevlere katılmayı reddedenler, ahlaka aykırı işlerle uğraşanlar, sefahat yerlerinde görülenler, miras yolu ile kendilerine geçen serveti lüks içinde yiyip bitirenler avukatlık yapamazlardı. Roma’da da sadece erkekler avukat olabiliyordu. Roma’da avukat davaya başlarken doğruluk yemini ediyordu. Bu yemin, adaletin zaferini sağlamak, müvekkilin haklarını eksiksiz savunmak, dürüstlük yolundan ayrılmamak unsurlarını kapsıyordu. Avukat davanın haksızlığını anlayınca davadan çekilmek zorunda idi. “Davadan çekilme hakkının” doğuşu bu dönemde başlar. Roma’da avukatlık onur mesleğiydi ve bu yüzden avukatlar hizmetleri karşılığında bir ücret almıyordu. Romanın tanınmış avukatlarından ve şairlerinden. Ovidus, “Güzel kadınların güzelliklerini satmaları ne kadar utanç verici ise bir avukatın yardımını satması da o kadar utanç vericidir.” diyerek Eski Roma döneminde avukatların ücret almasının onur kırıcı bir davranış olduğunu ifade etmiştir. Ancak ücret almasalar bile, Avukatlık Roma’da Cumhuriyet Döneminde yüksek görevlere giden yolu açıyordu. Çiçeron Consul olduğu zaman avukattı. Cesar da Roma Barosu’nda kayıtlı bir avukattı. Roma hukukunda “guato litis” yani ücret sözleşmesi yasağı vardı. Bu da avukatın bağımsızlığı fikrinden çıkmıştı. Çünkü böylesine bir ücret sözleşmesi Avukata bağımsızlığını kaybettirir, onu müvekkilinin ortağı haline getirirdi. 359 yılından itibaren, İmparatorluk döneminde avukatlar topluluklar halinde örgütlenmeye başladı. Daha sonraları barolar ortaya çıkmaya başladı. En kıdemli avukat başkan oluyordu. Avukatlar bir sayı ile bağlı idiler ve adetleri sınırlı olarak resmen tayin olunurlardı. Bu eski dönem; avukatın bağımsızlığı, mesleğin niteliği, ücret alıp almaması, örgütlenmenin gerekliliği vs. konularda sonraki yüzyıllardaki tartışmaların ilk çıkış noktası olarak kabul edilebileceğinden yukarıdaki kısa tarihçe, mesleğin gelişmesini göstermek bakımından ilginçtir. Eski Yunan ve Roma Döneminden sonra Ortaçağda avukatlık mesleği önemsiz bir meslek haline gelmişti. Bu çağda sadece hukuk davalarında avukata ihtiyaç duyuluyordu. Ceza davalarında avukatlık yapılamıyordu. Çünkü Avrupa’da Ortaçağ, “Savunma hakkının olmadığı” bir çağdı. Davalar, “İşkence”ve “İtiraf” ile sonuçlandırılıyordu. Bu nedenle “Savunma” lüzumsuz sayılıyordu.